🛷 Aziz Mahmud Hüdayi Deniz Hikayesi
Buisimler, önemli olduğu için bilhassa Ramazan ayları içerisinde ve Kadir Gecesi’nde çokça ziyaret edilir. Eyüp Sultan Türbesi’nden sonra en çok ziyaret edilen noktalardan biri Yeraltı Camii’dir. Adres: Kemankeş Karamustafa Paşa Mahallesi, Kemankeş Cd. No:23 Beyoğlu/İstanbul.
AyşeTulun Tarihçi, yazar, öğretmen Ayşe Tulun'un websitesidir. Menü İçeriğe atla. ATATÜRK. AMASYA TAMİMİ; ANILARI; ARKADAŞLARI. ALİ FUAT CEBESOY
AslenNereli tarafından oluşturuldu. Aziz Mahmud Hüdayi; (1934; Şu Beyazların işleri) adlı kitabı öykülerini içerir. The Big Sea (1940; Koca Deniz) ise yaşamının ilk 28 yılını kapsayan bir otobiyografidir. Baladan Bir Ses (1912, koşukla bir aşk öyküsü), İlhan (1913, 10 perde, düzyazı-koşuk karışık, iki
SalihHüdai Dede oğlu Şahidi'ye ilk dini bilgileri ve Farsça'yı öğretmiş, oğlu on kendisi doksan yaşındayken vefat etmiştir. Vasiyetinde oğlunun sufi bir ipek ustasının yanında çalışmasını istediyse de Şahidi ilim öğrenme isteğiyle bu mesleği bırakmıştır. Kabri Şahidi Cami bahçesindeki türbede Şahidi İbrahim Dede ile yan yana bulunmaktadır.
Osmanlıİmparatorluğu’nun sınırları 17. yüzyılın başında Cezayir’den Azerbaycan’a, Azak Denizi’nden Kızıldeniz’e, Budi n’den Basra’ya uzanmaktaydı (Kunt, 2013, 19). Öyle ki 1612 yılında, padişah I.
AzizMahmud Hüdayi Falcı Aziz Mahmud Hüdayi Falcılar Aziz Mahmud Hüdayi Fal Baktıraziz, mahmud, hüdayi, falcı, falcılar, fal, baktır, kahve falı baktır onlin
Sonrakiyüzyıllarda yetişen Kaygusuz Abdal, Eşrefoğlu Rûmî, İbrahim Ümmi Sinan, Aziz Mahmud Hüdayi, Vâhib Ümmî, Elmalılı Ümmî Sinan, Niyazi-i Mısri gibi meşhur mutasavvıf şairler Yunus’un açtığı yolda yürümüşlerdir. Gelibolulu Mustafa Âlî ve Kemâlpaşazâde; Denizcilik alanında Seydi Ali Reis ve Pîrî
Myanmaraskerlerinin ve Budist milliyetçilerin 25 Ağustos’ta başlattığı saldırılar sonucu Arakanlı Müslümanların Bangladeş’e göçleri devam ediyor. ‘Şiddet ve Soykırıma Maruz Kalan Arakan’a Sahip Çık!’ çağrısıyla yardım seferberliği başlatan Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, toplanan yardımları bölgeye giderek ihtiyaç sahiplerine dağıtmaya başladı. Aziz
Halvetiedebiyatı; Halvetilikle kadiriliği birleştirerek eşrefiliği kuran Eşrefoğlu Rumi, İbrahim Gülşeni, Üftade, onun halifesi ve Celvetliğin kurucusu Aziz Mahmud Hüdayi, bayramiliğin himmetilik kolunu kuran Tarikatname yazarı Himmet, Niyazi-i Mısri şiirlerinde, kendi inançlarını, tarikatlarının ilkelerini, giriş
7lLrQB. Aziz Mahmûd Hüdayi Vakfı nasıl kuruldu? Kuruluş hikayesi nedir? İstanbul'dan dünyanın dört bir yanına uzanan yardım ve kardeşlik ağı nasıl oluştu? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi anlatıyor... Osman Nûri Topbaş Hocaefendi İle Hüdâyî Vakfı ve Müslümanın “Rahmet İnsanı” hüviyeti üzerine yapılan röportaj… AZİZ MAHMUT HÜDAYİ VAKFI NASIL KURULDU? KURULUŞ HİKAYESİ Altınoluk 1985’ten bu yana on yıllar geçmiş. Aziz Mahmud Hüdâyî Vakfı için bir doğuş zamanı var, bugün geldiği nokta var. Bir doğuş hikâyesi olmalı diyorum öncelikle. Nasıl toprağa düştü Hüdâyî fidesi, tohumu? Oradan başlayalım isterseniz. Osman Nûri Topbaş Şöyle oldu Bendeniz, Üsküdar’da ikâmet ediyorum. Aziz Mahmud Câmii ve Türbesi, bizlere büyük bir huzur ve feyz verirdi. Bu yüzden Hüdâyî Câmii’ne gidip gelir, Hazret’i ziyaret ederdik. Câmiye bir arkadaşım imam olarak tayin oldu “–Mübârek günlerde buraya gelip gidenler oluyor. Bazen iftar vakti geliyorlar. Bir iftar versek. Ben bahçeye sebze ektim. Siz de et ve zahîre alsanız da gelenlere iftar yemeği versek.” dedi. Bu şekilde, gelenlere iftar verilmeye başlandı. Fakat çok büyük rağbet gördü bu iftarlar. Muhitin garipleri, fakirleri, bunun yanında Hazret’i ziyarete gelenler, bu iftarlardan, ikramlardan istifâde ediyorlardı. Sonradan, rahmetli Fahrettin Tivnikli Bey “–Bunu biz dâimî yapalım.” dedi. Mağdur aileler gelip gidiyordu. Bir kısmına kaplara koyarak yemek veriyorduk. Sonra bu hizmetin bir vakıf bünyesinde yapılması düşüncesi hâsıl oldu; daha şümullü olsun diye. Sonra; “Buraya gelemeyenler var, onlara da erzak dağıtılsın.” denilerek ihtiyaç sahiplerine erzak tevziine başlandı. Erzak tevziinde de görüldü ki, ailelerin mânevî ihtiyaçları da var. Çoluk-çocukları perişan. “Bu ailelerin çocuklarına İslâmî terbiye verelim de yanlış yollara düşmesinler.” dedik. Çünkü fakirlik, hele mâneviyat yoksa, çok kere yanlış yollara düşürüyordu insanları. Selde sürüklenen kütükler misâli, kimin hangi mecrâda helâk olacağı belli olmuyordu… Bu vesîleyle bir Kur’ân Kursu kuruldu. Bu şekilde başladık. Fakir ailelerin çocuklarını Kur’ân Kurslarına almaya başladık. Hattâ bir anne, içler acısı bir şey söyledi seneler sonra “‒Ben bir kızımı size verdim. Şimdi hoca hanım oldu. Evlendi, Samsun’a gitti. Orada hoca hanımlık yapıyor. Diğer kızım ise, siz yokken, Kur’ân Kursları da yoktu; açlık, yoksulluk, gariplik yüzünden kötü yola düştü. Keşke daha evvel bu müesseseler kurulsaydı!..” dedi. Bu şekilde başladı. Kur’ân Kursu, mektep, üniversite bursları… Ondan sonra dünyadan imdat sesleri gelmeye başladı. Altınoluk Şöyle bir şey soralım Efendim 1985’ten bu zamana, daha ilelebed devam eder inşâallah, Hüdâyî Câmii etrafındaki küçük aşhâneden başlayan, oradan Afrika’ya, Balkanlar’a, Kafkasya’ya, Orta Asya’ya, hattâ Güney Amerika’ya uzanan bir hizmet ağı oluşturuldu… Umûmî bir değerlendirme yaparsanız; “Hüdâyî Vakfı sizin için nedir?” diye sorarsak, neler söylersiniz? Osman Nûri Topbaş Şunu ifade edeyim Kur’ân-ı Kerîm’de en çok “Rahman” ve “Rahîm” esmâsı geçiyor Cenâb-ı Hakk’ın. Efendimiz, âlemlere rahmet olarak gönderildi. Demek ki mü’min de “rahmet insanı” olacak. “Rahmet toplumu” olacak. Bir rahmet tevzî edecek. Hüdâyî, bir rahmet insanı olabilmenin hedeflendiği bir rahmet dergâhı… Her medeniyet, kendi insan modelini meydana getirir. Bizim medeniyetimizin insanı da “rahmet insanı”dır. Rahmet insanı; diğergâmdır, paylaşan insandır, fedakârdır, merhameti lezzet hâline getiren insandır. Biz şunu müşâhede ettik. Hüdâyî’de kurulan bu rahmet dergâhında âdeta bir mahşer kaynıyordu. Fakir-fukarâ, garip, kimsesizler, yalnızlar… Hepsinin bir barınağı ve sığınağı hâline geldi Hüdâyî. Burada şunu gördük; nasıl oldu bu, biz de bilmiyoruz. Biz burada âdeta bir ney gibiydik. Neyi üfleyen nefes nereden geliyordu? Bu gelen güçlü nefes, kısa bir zaman içinde nerelere kadar yayıldı? Âdeta bir bâd-ı sabâ oldu. Az evvel bahsettiğiniz coğrafyalara; Orta Asya’dan tutun da Afrika’ya, Balkanlara kadar yayıldı. Altınoluk İstanbul’dan, Türkiye’den baktığınızda, bütün Dünya coğrafyasından baktığınızda, Hüdâyî gittiği yerde bir karşılık buluyor. Afrika’da bir karşılık buluyor. Bir ihtiyaca tekâbül ediyor, değil mi? Dünya’da rahmet toplumuna bir ihtiyaç var. Osman Nûri Topbaş Çok doğru. Hattâ birçok yerde; “Siz Osmanlı’nın torunlarısınız, onu temsil ediyorsunuz. Osmanlı bir merhamet tevzî etti, hak-hukuk tevzî etti, adâlet tevzî etti. Siz onun torunlarısınız.” dediler. Altınoluk Nasıl anlıyorlar Osmanlı’yı? Osman Nûri Topbaş Osmanlı, dünyaya bir merhamet kanadı olmuş. Bugünkü dünyanın gidişâtının tamamen zıddına… Bugün dünyaya baktığımızda, birkaç kovboy dünyayı idare ediyor âdeta. Ağzından çıkan iki kelime, bütün dünyaya tâlimat oluyor. Osmanlı öyle değildi. Osmanlı fethettiği yerlerde dahî aslâ zulmetmedi. Meselâ Polonya’da; “Vistül Nehri’nden Osmanlı atları su içiyorsa burada hak vardır, hukuk vardır.” sözü bir darb-ı mesel hâline geldi. Osmanlı, fethettiği yerlere, seçilmiş, dervişvârî aileler gönderdi. Onların merhamet, şefkat, nezâket, zarâfet ve hassasiyetleriyle, gittikleri bölgenin halkının çoğu, onlar sayesinde müslüman oldu. Meselâ Boşnakların müslüman olması o şekildedir. Hâkezâ Arnavutların da. Röportajın tamamını okumak için tıklayınız... Hüdayi Vakfı ve yardımları hakkında daha detaylı bilgi için tıklayınız. İslam ve İhsan
İstanbul'da bulunan manevi yerler arasında bulunan ve mutlaka ziyaret edilmesi gereken önemli yerlerden birisi de Aziz Mahmud Hüdayi Türbesidir. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri İstanbul'da pek çok Osmanlı Padişahlarının saygısını kazanmış ve halkın gönlünde taht kurmuştur. Bu nedenle türbesi de pek çok kişi tarafından ziyaret Mahmud Hüdayi Türbesi Nerede?Türbeler ülkemizde manevi açıdan çok önemli olması sebebiyle birçok kişi tarafından ziyaret edilen yerlerden birisidir. Ülkemizde pek çok türbe bulunmaktadır. En çok merak edilen türbelerden birisi de Aziz Mahmud Hüdayi Mahmud Hüdayi Türbesi Osmanlı döneminde denizciler tarafından Beşiktaş ilçesinde yer alan Yahya Efendi, Beykoz ilçesinde yer alan Hz. Yuşa ve Sarıyer ilçesinde yer alan Telli Baba türbeleri ile beraber boğazın manevi koruyucuları olarak görülmektedir. Aziz Mahmud Hüdayi Türbesi İstanbul ilinde Üsküdar ilçesinde yer almaktadır. Türbe Mihrimah Sultan, Şemsi Paşa ve Yeni Valide gibi tarihi camilerin bulunduğu Üsküdar Meydanına 10 dakika mesafede yer bulunduğu yere girmek için Üsküdar Meydanına ulaşım sağlanması gerekmektedir. Avrupa yakasından gelecek ziyaretçilerin Eminönü veya Beşiktaş ilçesinden kalkan vapurlara binip Üsküdar'a gelmeleri Mahmud Hüdayi Türbesi Hangi İldedir?Aziz Mahmud Hüdayi Türbesi İstanbullular ile beraber ülkemizde yaşayan pek çok kişi için merak edilen bir türbedir. Ülkemizde mutlaka gezilip ziyaret edilmesi gerekmektedir. Ülkemizde bulunan ve manevi olarak önemli bir yer olan Aziz Mahmud Hüdayi Türbesi İstanbul ilinde yer Mahmud Hüdayi Anadolu'da yetişmiştir. Yaşadığı dönemde sultanlar ve halk tarafından sevilmiş ve geniş bir tesir kitlesi oluşturmuştur. Aziz Mahmud Hüdayi III. Murad, I. Ahmed, II. Osman ve IV. Murad gibi padişahlar döneminde yaşamıştır. Ayrıca Osmanlı Sarayı Sultanlarının da sevgisini Mahmud Hüdayi Hazretleri 1541 yılında Ankara Şereflikoçhisar'da doğmuştur. İlim tahsilinden sonra Bursa ilinde yaşamıştır. Daha sonra İstanbul'a yerleşmiştir. Aziz Mahmud Hüdayi İstanbul'da önemli camilerde vaazlar vermiştir. Sultan Ahmet Cami açılışında kılınan ilk cuma namazında hutbe okutmuştur. 1628 yılında ise vefat etmiştir. Aziz Mahmud Hüdayi Türbesi Hazretlerinin kabri ise Üsküdar ilçesinde kendi yaptırdığı cami bahçesinde bulunmaktadır. Ayrıca türbe içerisinde başka sandukalar da yer Mahmud Hüdayi Türbesinin camekanlı girişi bulunmaktadır. Daire kesitli 4 mermer sütun türbenin ortasında yer almaktadır. İçeride ise Celveti tacı şerifini andıran 13 dile ayrılmış bir ahşap kubbe yer almaktadır. Kubbenin altında ise Aziz Mahmud Hüdayi'nin ahşap sandukası yer Mahmud Hüdayi Türbesi Ziyaret GünleriAziz Mahmud Hüdayi Türbesi İstanbul'da Üsküdar ilçesinde yer almaktadır. Üsküdar Meydanından yaklaşık 10 dakika yürüyerek Aziz Mahmud Hüdayi Türbesine gitmek mümkündür. Pek çok ziyaretçi türbeyi ziyaret etmek istemektedir. Fakat Aziz Mahmud Hüdayi Türbesini ziyaret edebilmek için ziyaret günlerinin ve saatlerinin bilinmesi gerekir. Aziz Mahmud Hüdayi Türbesini ziyaretçiler haftanın her günü ziyaret Mahmud Hüdayi Türbesi Ziyaret SaatleriHaftanın her günü ziyaretçilerine kapısı açık olan Aziz Mahmud Hüdayi Türbesini gün içerisinde belirli saatler aralığında ziyaret etmek mümkündür. Haftanın her günü saat 0900 ile 2000 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.
Hüdâyî, Osmanlı Devleti’nin en zirve zamanı olan Kanûnî Sultan Süleyman devrinde doğmuş, Kanûnî Sultan Süleyman devrinde ve Yeniçeri ocak nizamının bozulmaya başladığı “ Genç Osman Vak’ası ” ile bir padişahın katledildiği bir süreçe şahit olmuştur. Osmanlı devletinin Mîmâr Sinan 958/1551 ile mimaride, Bâkî 1009/1600 HAYALİ, FUZULİ ve Zati 963/1556 ile edebiyat ve şiirde, Karahisarî 963/1556 ile hüsn-i hatta en güzel örnekleri izlemiş; Sokullu Mehmet Paşa ile Tiflis, Gürcistan, Şirvan, Dağıstan, Tebriz ve Şamâhî’nin Osmanlı Ülkesine katılmasına şahit olmuştur. Kanuni zamanından 11. Selim, III. Mehmet, I. Ahmet, Genç Osman ve ıv. Murat zamanlarını görecek uzun bir ömür sürmüştür. Halvet’îyye Sufi İslâm Tarikatı’nın bir alt sınıfına ait olan Bayram’îyye Tarikatı’nın devamı niteliğinde bulunan Celvet’îyye Celvetî Tarikatı’nın kurucusudur. 1541 yılında Ankara Şereflikoçhisar'da doğmuş; Bursa’da Muhammed Üftâde'den feyz almış,1598 H. 1007 de Üsküdar'da câmi ve dergâh yaptırmış, 1628 H. 1038'de vefat etmiştir. Kabri, İstanbul Üsküdar'da kendi dergâhı yanındaki türbesindedir. Onun hayatı hakkında bilgi veren kaynaklar başta kendi eserlerinden çıkartılan bilgiler, hakkında oluşan menakıplar ve hakkında yazılmış kaynaklardır. Hüdai’ye âit müstakil bir menakıpname yoktur ama onun hayatından bahseden bütün kaynaklarda menkıbelerine geniş yer verilmiştir. Hüdai’nin Menkıbe ve kerametlerini dergâhın son şeyhi M. Gülşen Efendi “Küllîyât-ı Hazret-i Hüdâyî’” adıyla neşr etmiştir. “ikinci defaki neşri 1338-1340 için yazdığı terceme-i hâl bilgisinin yanı sıra bu malumatı da büyük bir titizlikle derç etmiştir.” [1] Hüdai’nin devrine yetişmiş bulunan tarihçilerden İbrahim Peçevi 1061/1641, Katip Çelebi ve Atâyî, onunla bizzat görüşmüş ve eserlerinde ondan bahsetmişlerdir. HAYATI Mahmûd Hüdai, Fadlullah bin Mahmûd'un oğludur. [2] Hüdai’nin ebeveyninden biri Koçhisarlı, birisi Sivrihisarlıdır. Babasının Sivrihisarlı, annesinin ise Koçhisarlı olduğu sanılmaktadır. [3] Annesinin ailesinin yanına ziyarete gittiği bir sırada Koçhisar’da doğmuş olmalıdır. Hüdai’nin babasının Fadlullah b. Mahmûd'un mesleğinin ne olduğu ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir. Kaynakların babası hakkında bilgi vermemesinden yola çıkarak Hüdai’nin babasının “ilmiyye” veya “sûfîyye” sınıfından biri olmadığı söylenebilir. Kimi Osmanlı yazarları onun ceddini peygambere dayandırmaya çalışsa da bunun kan bağı şeklinde değil Tasavvufa intisap ve manevi nesep anlamında olduğunu kabul etmek gerekir. Hüdai’nin doğum tarihi hususunda Harîrîzâde Kemâleddin 1543, Gülşen Efendi 1545 yılında doğduğunu yazmışlardır. “ilk tahsiline memleketi Sivrihisar’da başladığını Vâkıât’tan okumak, ilim ve irfânını artırmak için İstanbul’a geldiği zamanın tedris müesseselerinin temelini teşkil eden medreselerden Küçük Ayasofya 30’dakinde ikamet ettiğini Tezâkir adlı eserinde belirtmektedir”[4] Asıl adının “Mahmûd” olduğu “Azîz” ismi kendi eserlerinde rastlanılmadığı için bu ismin hakkında eserler yazan kişiler tarafından sonradan verildiğini ortaya koymaktadır.“Hüdâyî” 1541 [5]Şereflikoçhisar’da doğmuş olmasına rağmen çocukluğu Sivrihisar'da geçti. İlk tahsilini de Sivrihisar da iken yaptı. Daha sonra İstanbul'a giderek Küçük Ayasofya Medresesinde tahsiline devam etmeye başladı. “Çok zeki olup bir defa okuduğunu zihninde tutar, tekrar kitaba bakmaya lüzum hissetmezdi. Hocalarından Nazırzâde Ramazan Efendi, ona husûsî bir ihtimâm gösterdi.” Mahmûd Hüdai genç yaşta; tefsir, hadis, fıkıh ve zamanın fen ilimlerinde büyük bir âlim oldu. Hocası Nâzırzâde onu yanına yardımcı olarak aldı. Mahmûd Hüdâyî, bir taraftan hocası Ramazan Efendiye yardım ederken, diğer yandan da Halvetî yolunun şeyhlerinden Muslihuddîn Efendinin sohbetlerine katılarak tasavvuf yolunda ilerlemeye çalıştı Şiirlerinde kullandığı mahlası Şeyhi Üftâde 988/1580 tarafından. Aldı. “ Hüdai” veya Hüdai ,“doğru yola mensup” anlamına gelmektedir. Nâzırzâde Ramazan Efendi den dersler alırken Halvetî meşâyıhından Nureddînzâde Muslihuddîn Efendi'nin sohbetlerine katıldığı anlaşılmaktadır. Kanuni'nin Zigetvar seferi esnasında Hüdai bu medreselerde ders görmektedir. Hüdai’nin hocası ile beraber Selimiye Medresesine oradan da hocasının kadılık görevi esnasında hocasıyla beraber Mısır ve Şam gittiğini öğreniyoruz. Mısır ve Şam’da ne kadar kaldığını kesin olarak bilemiyoruz. Ancak 981 Muharrem/1573 Mayıs-Haziran aylarında Bursa’ya ta’yîn edildiğine göre Mısır ve Şam’da cem’an iki üç yıl kadar kalmış olmalıdır. Hüdai 981/1573’te hocası Nazırzâde’nin yanında yine “nâib” sıfatıyla Bursa’ya ta’yîn edildi. [6] BURSA KADILIĞI Hocası Bursa Mevlevîyetine getirilirken o da Ferhadiye Medresesine müderris ve mahkeme-i suğra olarak bilinen “Câmi-i Atik” mahkemesine nâib oldu. Hocasının ölümünden sonra bir müddet Bursa’da 37 akçe maaş ile kadılık görevini sürdüren Hüdai dergâhına gidip geldiği Üftade Efendiye intisap ederek kadılık görevinden ayrıldı. Hüdai’den mürşidi Hz. Üftâde, evvelâ mal ve mülkten, ikinci olarak memûriyet nâiblik ve müderrislik’ten feragat etmesini, üçüncü olarak da nefsini ayaklar altına almasını istedi. Hüdâyî’de bütün bunları tereddütsüz kabul ederek onun irşat halkasına katıldı. ŞEYHLİĞİ Hüdai, bey’at ederken mürşidine verdiği sözleri yerine getirerek önce mal ve mülkünü fukaraya dağıttı. Sonra da memuriyete terk etti. Arkasından da nefsini ayaklar altına alabilmek için çok sıkı bir riyazete başladı. Riyazeti esnasında bir elmayı koklayıp üç günde bir iftar ettiği rivayet edildiği gibi59 bizzat kendisi “riyazet günlerinde sadece kuru ekmekle iktifa ettiğini” ve bu yüzden yolda dirilerden çok ölülerle karşılaştığını kaydetmektedir. Hüdai’nin, şeyhi yanında çok sıkı bir seyr u sülûke tâbi’ tutularak üç sene gibi kısa bir zamanda hilâfet alacak seviyeye yükseldiğini görmekteyiz. Tevazuundan irşâd vazifesine yaklaşmak istemeyen müridine Hz. Üftâde bir başka zaman da “şeyhini bile geçecek” kemale eriştiğini ifade etmiş ve bu vazifeyi kabul etmesini istemişti. Şeyhi ona hilafeti şu şekilde razı ettirmişti “Ramazan gelince hazırlan, ehlin ile Ali Çelebi ile ihtiyarınla Sivrihisar’a. Zîrâ bir zamandan beri gönlüme seni mevlidin olan Sivrihisar’a göndermek hutur ederdi.” diyerek Hüdai’yi akraba muhiti olan Sivrihisar’a halife olarak göndermeye ikna eden Hz. Üftâde “İstersen sana bir tâc giydireyim, ya Emir Sultan’ın tacı yahut Baba Yûsuf Efendi veya Hacı Bayram üslûbunda.” demiş, Hüdâyî de “HACI BAYRAM I VELİ tâcı giydir” demişti. Hüdâyî çoluk çocuğu ve kayını Ali Çelebi ile beraber Sivrihisar’a gitti. 987 Zilhicce/1580 Ocak 68Hüdâyî Sivrihisar’da altı ay kadar kalabildi ve 988 Cemâdelûlâ 2/ 1580 Hazîrân 16’da şeyhini ziyaret için tekrâr Bursa’ya geldi. 72Bu arada şeyhi Üftâde Efendi, 988 Cemâdalâhır 12/1580 Temmuz 26’da vefat edince artık Hüdai’yi, Bursa’ya cezbeden kuvvet zail olmuş; o da bu üzüntü ile tekrar memleketine çoluk çocuğunun yanına dönmüştü. Fakat Hüdai’nin Bursa dönüşünden sonra Sivrihisar’ da çok fazla kalmadığı Rumeli’ye geçtiği Eski Zağra’da ikamet ettiği ve orada bir cami yaptırdığı anlaşılmaktadır. Rumeli’den İstanbul'a dönüp Küçük Ayasofya’ya yerleştiği anlaşılmaktadır Hüdai’nin Küçük Ayasofya’da bir müddet kaldıktan sonra Üsküdar tarafına geçtiği kaynaklar tarafından belirtilmektedir. Hüdai’nin mektuplarından onun Ferhad Paşa 1004/1595 ile beraber İran seferine iştirak edip Tebriz’e kadar gittiğini öğreniyoruz Azîz Mahmut Hüdai, İstanbul’da Küçük Ayasofya’daki ikameti esnasında ilim ve devlet adamlarına kadar uzanan geniş bir muhit edinmiş, padişaha karşı da samimim bir yakınlık temin etmişti. Hüdai, Fâtih Câmii vaizliğine tayin edilmiş, Fâtih Camii’nde dört yıl görev. Daha sonra Üsküdar Mihrimah Sultan camisinde vaiz olarak kalmıştı. H. Kâmil Yılmaz i, Aziz Mahmut Hüdai, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 338-340,. PADIŞAHLARLA MÜNASEBETLERİ Hz. Hüdai’nin hayatından bahseden kaynaklar onun Sultân Ahmed’le çok samimi bir münasebet içerisinde olduğunu hatta Sultan’ın kendisine intisap ettiğini kaydetmektedirler. Menkıbelerde “rü’yâ ta’bîri” ile başlayan bu münasebetin zamanla daha ileri dereceye ulaşmış bulunduğu kaydedilmektedir. Hüdai'nin III Murat üzerinde de tesiri olduğu mektuplarından ve diğer kaynaklardan anlaşılmaktadır. Padişahın kendisine kürk hediye edecek kadar muhabbetle bağlanmıştı. Hüdâyî, bu alâkayı asla istismar etmemi ve çıkarları için kullanmamıştı. Sultan I. Ahmet de, Şeyh Hüdai’ye büyük bir saygı ile bağlanmış onun “mikâbında piyade yürüyecek” kadar ona saygı duymuştu. sonra tahta geçen Genç Osman’ın da Hüdai'ye değer verdiği onun telkinlerine uyduğu anlaşılmaktadır. Nitekim onun telkiniyle Hacca gitmek istemiş çeşitli şekillerde Hacca gitmesi engellenince İsyan esnasında katledilmişti. telkini ile Hacca gitmiş olsaydı bu felaketten kurtulmuş olacak Hacca gitmiş ilk Osmanlı sultanı olacaktı. Kaynaklar Hüdai’nin üç defa haccettiğini belirtmektedir. Hüdai’nin üçüncü haccı da müritlerinden bir zât ile 1029/1620 tarihinde gerçekleşmiştir. Hz. Hüdai, çok hareketli ve bereketli bir ömür sürdükten sonra doksan yaşları civarında 1038 Safer 3 / 1628 Ekim 1’de Salı akşamı Hakk’a yürümüştür. Kamerî hesaba göre doksana baliğ olan yaşı şemsî takvimine göre seksen yedi civarındadır. Cenazesi büyük bir merasimle kaldırılmış ve zaviyesinde bizzat kendisinin yaptırdığı türbeye defnedilmiştir. KERAMETLERİ Hüdai, Bursa’da müderris ve nâib olarak hizmet görmekte iken şöyle bir rüya görür “Kıyamet kopmuş, sırat ve mizan kurulmuş; ashâb-ı hayr ve salâhdan olduklarını zannettiği pek çok kimse bâ-husûs hocası Nâzırzâde 984/1576 de cehennemlikler arasındadır.” Bu rü’yadan son derece müteessir olan Hüdâyî, uyandığında dünyevî meşgalelerini terk ederek Hz. Üftâde 988/1589’ye varmış ve ona intisâb etmiştir. Üftâde hazretlerine intisâb eden Hüdai, onun yanında sıkı bir riyazet ve nefs terbiyesine başladı. Hz. Üftâde bir gün müridine -Haydi, evlâdım, bir sırık ciğeri omuzuna alarak Bursa sokaklarında dolaşıp satmalısın, diye emretmiş; Hz. Hüdâyî de tereddütsüz sırığı samur kürk üzerine almış ve çarşı çarşı, mahalle mahalle dolaşmaya başlamıştı. Bu hâli gören ahali, “hâkim çıldırmış” diyerek aleyhinde bir sürü dedikodular uydurdular. Fakat Hz. Hüdai bunların hiç birine aldırmadı. Ve vazifesini kemâl-i ihtimamla yerine getirerek dergâha döndü. [7] EDEBİ KİŞİLİĞİ Hüdâyî ilmî ve tasavvufî eserlerinin yanısıra “Tasavvufî Halk Edebiyatı” çeşidinden şiir ve ilâhîler de yazmıştır. Çağdaşı Bâkî 1008/1599, Nef’î 1044/1634, Hâletî 1012/1603, Cevherî 999/1591 ve Şeyhülislam Yahya Efendi 1052/1642 gibi Divan Şiiri şairlerinden farklı olarak o, şiiri mahz-ı san ’at telakki etmemiş; Ahmet Yesevi, Yunus Emre gibi tekke şairlerinin yolunda yürümüştü. KAFİYE için manayı terk yerine mana için bazen kâfiye ve vezni terk ettiği olmuşsa da şiirlerinin tamamına yakın bir kısmını arûz kalıpları içinde büyük bir ustalıkla söyleyebilmiştir. Nihad Sâmi Banarlı, “Azîz Mahmûd Hüdai, devrinin hem aruzla hem hece ile söyleyen şairleri arasındadır.” diyerek bunu tescil etmektedir."[8] Tasavvufî Halk Edebiyatı” gurubunda mütalaa edilen Tekke ve Tasavvuf şairlerimizin birçoğu gibi Hüdai’nin şiirlerinde de vezin ve şekil bakımından Yunus tesiri görülmekte ise de “vahdet-i vücûd” fikrîni onun kadar açık işleyememiştir. Yunus Emre ’den farklı olarak az da olsa Arapça ve Farsça şiirler, Türkçe Arapça mülemmalar da yazmıştır. Şiirlerinde serbest fikirleri aksettirmekten çok, şiiri dînî, ahlâkî bilgileri öğretmede ve öğüt vermede bir vâsıta olarak kullanmıştır. Hüdai bir tekke şairi olarak daha çok “Tekke ve Zümre Edebiyatı” tarzında şiirler söylemiş olmakla beraber, Divan Edebiyatı’na da âşinâdır. M. Hâlid Bayrı, “Hüdâyî dîvanındaki felsefesinin plâtonik bir aşk felsefesi olmadığını” buna mukâbil onun, Ahmed Yesevî tarzında” dindaşlarına yol göstermeyi gaye edindiğini “kaydetmekte ve hattâ” Hüdâyî sanki Ahmed Yesevî ile beraber yaşamış, onunla aynı zamanda yetişmiştir” demektedir. Eserleri Azîz Mahmûd Hüdai, insanların Ehl-i sünnet itikadında bulunmaları ve ibadetlerini doğru yapmaları için pek çok eser yazmıştır. Bu eserlerden bazıları şunlardır Nefâ’isül-Mecâlis Tasavvufî bir tefsirdir. Anacak Kur’an ayetlerinin tamamı değil seçilen bazı ayetler açıklanmıştır. Yazmalarının bir kısmı iki, diğerleri üç cilt hâlinde olup en düzgün ve en eski nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir. Şehid Ali Paşa, nr. 172-174 Câmiul-Fezâil Ve Kàmiur-Rezâil İlmî, amelî ve ahlâkî faziletleri anlatan bu eser, Hüdâyî’nin en meşhur ve en yaygın eserlerinden biri olup en eski nüshası Köprülü Kütüphanesi’ndedir nr. 1853/3 Miftâhus-Salât Ve Mirkàtün-Necât Namazın fazilet ve hikmetlerini anlatan risâlede Muhyiddin İbnül-Arabî ve Şehâbeddin Sühreverdî gibi büyük mutasavvıfların fikirlerine de yer verilmiştir. 1010 1601 tarihli en eski yazma nüshası Murad Molla Kütüphanesi’ndedir nr. 1314/4. Bu risâle de H. Kâmil Yılmaz tarafından tercüme edilerek İlim Amel ve Seyr ü Sülûk adlı Eserin soonunda yayımlanmıştır. Hulâsâtül-Ahbâr Fî Ahvâlin-Nebiyyil-MuhtârHüdâyî’nin hilkat, varlık, ve hakîkat-i Muhammediyye gibi tasavvufî konuları işlediği yaklaşık altmış varaklık bir eseridir. En eski yazma nüshası 1037 1627 tarihli olup Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nedir Hüdâyî, nr. 258. Habbetül-Muhabbe Allah, Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisini anlatan küçük bir risâledir. Ahmed Remzi Akyürek tarafından Mahbûbül-Ahibbe adıyla tercüme edilen bu risâleyi Rasim Deniz yeni harflerle yayımlamıştır. Habbetül-Muhabbe Tercümesi Mahbûbül-Ahibbe, Kayseri 1982. Keşfül-Kınâ’ An Vechis-Semâ’ Semâın meşruiyetini müdafaa için yazılmış olan bu risâlenin 1016 1607 tarihli nüshası Köprülü Kütüphanesi’nedir. nr. 1583/7. Eser H. Kâmil Yılmaz tarafından tercüme edilerek neşredilmiştir. “Hüdai’nin Semâ Risâlesi”, MÜİFD, IV [1986]. Zb 273/284. Bunlardan başka Hayâtül-Ervâh Ve Necâtül-Eşbâh, el-Fethül-İlâhî, Tecelliyât, et-Tarîkatül-Muhamediyye, Fethül-Bâb Ve Ref’ul-Hicâb, el-Mecâlîsül-Va’zıyye adlı Arapça eserleri vardır. Şeyhi Üftâde’nin sohbetlerinde tutuğu notlardan meydana gelen Vâkıàt adlı eser de genellikle Hüdâyî’ye nispet edilmiştir. Yazmaları genellikle üç cilt hâlinde tertip edilmiş olan eserin, üzerinde Hüdai’nin hattı olduğuna dair bir kayıt bulunan nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndedir Hüdai, nr. 250 Hüdâyî’nin belli başlı Türkçe eserleri de şunlardır 1. DivanDîvân-ı İlâhiyyât olarak da bilinen eserde Hüdâyî’nin 255 kadar ilâhisinden başka rubâbî ve kıtalar da vardır. Divan, Kemalledin Şenocak ve Ziver Tezeren tarafından ayrı ayrı yayımlanmıştır. İstanbul 1970, 1986 Necâtül-Garîk Fil-Cem’i vet-Tefrîk Tasavvuf terimlerinden olan cem’ ve farkın manzum olarak anlatıldığı bir risâledir. Tarîkatnâme Celvetiyye tarikatı âdâbını anlatan bir risâledir. Bu üç eser Nûri adlı bir kişi tarafından Külliyyât-ı Hazret-i Hüdâyî adıyla yayımlanmıştır İstanbul 1287. Bu neşrin sonunda Hüdâyî’nin kısa bir hal tercümesiyle tarikat silsilesine de yer verilmiştir. Aynı eserleri, Hüdâyî Âsitânesi’nin son postnişinlerinden Mehmed Gülşen Efendi ö. 19259, başına daha geniş bir hal tercümesi ve Hüdâyî’nin Arapça et-Tarîkatül-Muhammediyye adlı eserini de ilâve ederek yeniden neşretmiştir. İstanbul 1338. [9] 4. Mektûbât Hüdâyî’nin III. Murad’a ve diğer padişahlarla bazı devlet erkânına gönderdiği mektuplardır. Çoğu III. Murad$a yazılan 152’si Türkçe, yirmi iki kadarı da Arapça mektuptan oluşan bir nüsha Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir Fâtih, nr. 2572. Nesâih Ve Mevâiz Hüdâyî’nin vaaz ve nasihatlerini ihtiva eden eser 237 varak olup kırk üç bölümden oluşur. Bilinen tek yazma nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndedir Hüdâyî, nr. 266 Mi’râciyye Mi’rac hadisesini ayet ve hadislein ışığı altında anlatan bir risâle olup bir nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndedir Hüdâyî, nr. 262 [10] Bu yazının hazırlanılmasında Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz’ın Aziz Mahmut Hüdai hakkındaki yazılarından ve dan faydalanılmıştır. Aziz Mahmud Hüdayi TÜM Şiirleri KAYNAKÇA [1] Dr. H. Kâmil Yılmaz, AZİZ MAHMÛD HÜDÂYÎ Ve Celvetiyye Tarîkatı, Erkam Yayınları, İstanbul 1984- 28-28 [2] Dr. H. Kâmil Yılmaz, AZİZ MAHMÛD HÜDÂYÎ Ve Celvetiyye Tarîkatı, Erkam Yayınları, İstanbul 1984- 28-28 [3] Dr. H. Kâmil Yılmaz, AZİZ MAHMÛD HÜDÂYÎ Ve Celvetiyye Tarîkatı, Erkam Yayınları, İstanbul 1984- 28-28 [4] Dr. H. Kâmil Yılmaz, AZİZ MAHMÛD HÜDÂYÎ Ve Celvetiyye Tarîkatı, Erkam Yayınları, İstanbul 1984- 28-28 [5] Dr. H. Kâmil Yılmaz, AZİZ MAHMÛD HÜDÂYÎ Ve Celvetiyye Tarîkatı, Erkam Yayınları, İstanbul 1984- 28-28 [6] Dr. H. Kâmil Yılmaz, AZİZ MAHMÛD HÜDÂYÎ Ve Celvetiyye Tarîkatı, Erkam Yayınları, İstanbul 1984- 28-28 [7] [8] [9] Kâmil Yılmaz i, Aziz Mahmut Hüdai,TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 338-340,.] [10] Dr. H. Kâmil Yılmaz, AZİZ MAHMÛD HÜDÂYÎ Ve Celvetiyye Tarîkatı, Erkam Yayınları, İstanbul 1984- 28-28 Edebiyat Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz. BAŞVURU İÇİN ESA, İLETİŞİM veya [email protected]
1428 Suyu aşk ateşiyle ısıttı 1Anadolu'da yetişen büyük Velîlerden olan Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerinin hayatı adete sabır ve mucizenin bir yılında Ankara'nın ilçesi Şereflikoçhisar'da doğan Aziz Mahmud Hüdayi, Bursa kâdılığı sırasında, bir gece rüyâsında Cehennem'i ve Cehennem'in ateşinde tanıdığı bâzı kimselerin yandığını rüyanın ardından talebe olmak arzusuyla dergaha giden Hüdayi hazretleri şu cevabı aldı "Ey Bursa kâdısı! Kâdılığı bırakacak, bu sırmalı kaftanınla Bursa sokaklarında ciğer satacaksın. Her gün de dergâha üç ciğer getireceksin!"4Her şeyi bırakacağına, her emri yerine getireceğine söz veren Mahmûd Hüdâyî derhal kâdılığı bırakıp ciğer satmaya başladı. Sırtında sırmalı kaftanı olduğu halde, ciğerleri, Bursa sokaklarında, "Ciğerci! Ciğerciiii!" diye diye bağırarak olan Hüdâyî, her sabah erkenden kalkarak hocasının abdest suyunu ısıtıp hazır ederdi. O sabah ise uykuya dalmış ve ancak son vakitte ibriği aldı fakat ısıtmaya vakit yoktu. Çünkü hocasının ayak seslerini işitiyordu. İbriği göğsüne bastırmış bir halde kalakaldı. 7Hocası da eğilerek; "Haydi evlâdım suyu dök." dedi. Hüdâyî ise ibriği göğsüne bastırmış hâlde duruyor ve buz gibi olan suyu hocasının eline dökmeye kıyamıyordu. Üftâde tekrar; "Haydi evlâdım! Ne duruyorsun? Geç kalacağız." deyince, çekine çekine ve korkarak suyu dökmeye hocasının sözü onu bir kat daha şaşırttı. "Evlâdım Mahmûd bu su ne kadar ısınmış böyle. Bunu normal ateş ile ısıtmayıp, gönül ateşi ile ısıtmışsın. Bu hâl artık senin hizmetinin tamam olduğunu gösteriyor."9İstanbul'a gelen Aziz Mahmud Hüdai, Üsküdar'da kendi dergahını açtı. Dergâhında yüzlerce talebenin yetişmesi için çok uğraştı. Kısa zamanda nâmı her tarafta duyulan Hüdayi'nin dergahı akın akın talebelerle doldu H. 1038 senesinde vefat eden Mahmud Hüdayi'nin Üsküdar'daki türbesine, her Ramazan ayında yüzlerce ziyaretçi akın ediyor. Son Dakika
aziz mahmud hüdayi deniz hikayesi