🕛 Ne Hasta Bekler Sabahı Hikayesi

Beklemek ve Beklenen. Akin Diğer. Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar. N ecip Fazıl’ın “Beklenen” isimli şiirinin ilk kıtası bu dörtlük. Herhalde beklemeyi bu kadar vurucu bir şekilde anlatan başka bir şiir yoktur. Hasta-sabah, mezar-ölü, şeytan-günah Nehasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni . Gelme, artık neye yarar? N.F.K . Beklediğimi beklemekle dolacak sandım dolmadı Boşu boşla doldurmaya çalıştığımı anladığımda boşluklar dolmaya Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar.” - Necip Fazıl Kısakürek (via yollarbitmeyecek) Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar. Anılar için, yaşanmış hikayelere, hikayeler için kahramanlara, kahramanlar için dağ gibi kalplere ihtiyaç vardır. Benim senin için dünyalar kadar kalbim vardı. Yaşadığın hayat hikayendeki kahramanındım ama şimdi sadece bir NeHasta Bekler Sabahı - Hikaye. Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı Tribünsüz,minik bir salon. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece. O kadar yakındılar delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı. Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni, Gelme, artık neye yarar? 1930 Nehasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni Gelme, artık neye yarar? Necip fazıl Ne hasta bekler sabahı, Ne taze Ölüyü mezar, Ne de şeytan bir günahı, Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni, Gelme, artık neye yarar? "Kuyruklu Şiir / Orhan Veli" çıktı! BEKLENEN. Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; NIU26Df. Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon... Seyircilerle oyuncular arasında sahanın çizgisi vardı sadece. O kadar yakındılar... Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda. Hoşlandığını, hem de fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyin de farkına vardı. Uzun zamandan beri maçı değil,o güzel kızı izlediğini... Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler... Kız gülümsedi... Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda. Kız Onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da Ondan hoşlanmıştır. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için O'na öyle gelmişti... Set değişip takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi, O da karşıya gitti. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü... Kız da gidiş gelişleri fark etmişti galiba... Bir defa daha gülümsedi. Sanki, sanki "Anladım" der gibi bir gülümseyişti bu... Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini güzel kızı düşündü. Pazar günü, sabah çok erken saatte kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için... Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu. Dahası Ankara Koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, O'nu bir kez daha görmek için... Karşılaştıklarında hafif, çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı... O gün yine tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede yine karşısına çıkmıştı. Kız bu defa iyice gülmüştü... Karşısında sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese kalmış delikanlıyı görünce... Delikanlı voleybol takımı kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da O'na karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü... Kaptan "tabii" dedi ve ekledi "Bu hafta sonu konser var. Biz O'nunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izler hem de kızla tanışırsınız". "Mutluluk işte bu olmalı." diye düşündü delikanlı... "Mutluluk işte bu". Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı. Konser günü geldi, çattı. O ne heyecandı öyle... Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar. El sıkıştılar. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yanyana düştüler. İnanamıyordu delikanlı... O'nunla nihayet yanyana oturduklarına, O'nun sıcaklığını hissettiğine, O'nun nefesini hissettiğine inanamıyordu. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken -o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde... Ama uzatamıyordu elini. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, O'nu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki... Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi uzandı. Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu. Kızın omzuna değil, koltuğun üzerine... Sonra kız arkaya yaslandı. Bir saç teli delikanlının elinin üzerine dokundu. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın... Dünyalar şirini kızın saçı eline dokunuyordu çünkü... Konserden çıkarken kız şakalaştı, "Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık neredeyse. Yarın Adana'da maçımız var. Gözlerimiz sizi arayacak..." Hayır, aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü. Cebinde O'nu otobüsle Adana'ya götürecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana Kebap yedirecek kadar para verdi. Gece yarısı kalkan otobüse bindi. Sabah erkenden Adana'ya vardı. Maç saatine kadar başıboş dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya, tam servis köşesine en yakın yerde oturdu. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci O idi. Maç filan değildi sebep tabii... İlk sette kız farkında bile değildi O'nun. Nereden olsun ki... İkinci sette öbür tarafa gittiler... Döndüklerinde, üçüncü sette kız farketti delikanlıyı. Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki... Ankara'nın hele Kolejde çok popüler bu delikanlının O'nun için taa oralara geldiğini bilmenin gururu... Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garajlara gitti. Tek kelime konuşmadan... Konuşmaya gelmemişti ki... Kız "Keşke orada olsaydın." demişti. O da olmuştu işte... Hepsi o... O'na o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında... Bir gün üniversite kantininde gazete okurken iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış dörtlüğe. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki. Bembeyaz bir kağıda yazdı o dört satırı. Öğleden sonrayı zor etti, Kolejin önüne gitmek için. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "Bu sana" diyerek kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan... Kız, Necip Fazıl'ın dört satırını okurken... "Ne hasta beklerdi sabahı Ve ne genç ölüyü, mezar Ne de şeytan bir günahı Seni beklediğim kadar!..." Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolejin önündeydi yine. Kız karşıdan geliyordu. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı... Yaklaştığında işaret etti delikanlıya. Gözlerine inanamadı genç adam.. O'nu yanına mı çağırıyordu yoksa... Evet, çağırıyordu işte... Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken. "Sana bir şeyler söylemek istiyorum." dedi kız. O da heyecanlıydı, belli. "Bak iyi dinle, dünkü satırlar için çok teşekkürler. Herhalde hissettin ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar vermedim hanginizden daha çok hoşlandığıma... Ve de şu anda, O'nu terk etmem için hiçbir sebep yok". "O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni." dedi, delikanlı ikiletmeden... Ayrıldı kızın yanından... Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan... Bir daha O'nu hiç görmeden... Aşk onurlu olmalıydı... Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi... Tıpkı, o kıza verdiği dörtlükteki gibi... Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi. Ama bekledi... Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu. İki dörtlüktü şiir... İlki kıza verdiği.. Bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar... O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı. Cebine koydu. Bekleyiş sürüyor, sürüyordu. Okullar kapandı, açıldı. Aylar, aylar geçti. Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü. "Günlerdir seni arıyorum" dedi. "Günlerdir seni arıyorum, işte sana haber. Artık hayatımda hiç kimse yok!..." "Yaa" dedi delikanlı. "Yaa" dedi sadece. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı... "Yaa!.." Cebinden artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün." dedi... "Bu da sonu onun." Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan... Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okudu "Geçti istemem gelmeni Yokluğunda buldum seni Bırak vehmimde gölgeni Gelme artık neye yarar!..." Türk edeviyatı ve düşünce hayatında fikirleri ve eserleriyle izler brakan usta şair Necip Fazıl Kısakürek, vefatının 36'ıncı yılında anılıyor. Kısakürek, hayatı boyunca Künye, Sabır Taşı, Namık Kemal, Çerçeve, Para, Vatan Şairi Namık Kemal, Müdafaa, Halkadan Pırıltılar, Nam, At'a Senfoni, O ki O Yüzden Varız ve Reis Bey'in de aralarında bulunduğu çok saıda esere imza attı. Peki, Necip Fazıl Kısakürek kimdir? İşte Necip Fazıl Kısakürek'in hayat hikayesi, Necip Fazıl Kısakürek sözleri ve en güzel Necip Fazıl Kısakürek şiirleri... NECİP FAZIL KISAKÜREK KİMDİR? Ahmet Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. Eğitim hayatını Fransız Frerler Mektebi'nde, Amerikan Koleji'nde, Emin Efendi Mahalle Mektebi'nde, Rehber-i İttihat Mektebi, Büyük Reşit Paşa Mektebi, Aydınlı Köyü'nün ilk mektebinde ve Heybeliada Numune Mektebi'nde tamamladı. Adından 1916 yılında günümüzdeki Deniz Harp Okulu olan Mekteb-i Fünûn-ı Bahriye-i Şâhâne'de eğitim gören Kısakürek, beş yıl boyunca bu okulda öğrenim gördü ve okulda Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Akseki gibi Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi tanınmış isimler görev alıyordu. Türk şiir ve düşünce hayatında birbirlerine zıt olan Necip Fazıl Kısakürek ve Nazım Hikmet Ran, aynı okulda okumuşlardır. Necip Fazıl Kısakürek, Bahriye Mektebi'nde öğrenim gördüğü sırada şiir ile ilgilenmeye başladı ve "Nihal" adında haftalık bir dergi çıkarmaya başladı. Okuduğu okulda İngilizce öğrendi ve "Lord Byron, Oscar Wilde, Shakespeare" gibi yazarların eserlerini orjinal dilde okudu. Ahmet Necip olan adının "Necip Fazıl" olması da bu okulda gerçekleşmiştir. 1934 yılı, Necip Fazıl Kısakürek için bir dönüm noktasıdır. 1934 yılında bir Nakşi şeyhi olan Abdülhakim Arvasi ile tanışan Kısakürek, Abdülhakim Arvasi ile yaptığı sohbetleri sayesinde ciddi bir fikir ve zihniyet dönüşümü yaşadı ve bu tanışmayı kendisine milat olarak kabul etti. Bu tanışmanın ardından Necip Fazıl Kısakürek'in şiirlerinde tasavvufi düşüncenin izlerine rastlandı. Aynı zamanda bu tanışmayla birlikte yeni düşünce sisteminin ilk önemli eseri olan "Tohum" adlı tiyatro oyununu yazdı. 1936'da bir kültür–sanat dergisi olan "Ağaç Mecmuası"nı yayınlamaya başlayan Kısakürek, başarı yakaladı ve dergi Ankara'dan sonra İstanbul'da da çıkarılmaya başlandı. Dergiye Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı gibi önemli edebiyatçılar katkı sağladı. Bir kısmı İş Bankası tarafından finanse edilen dergi, 16 sayı sürdü. 1937 yılında tamamladığı "Bir Adam Yaratmak" adlı piyesi ilk defa 1937-38 tiyatro sezonunda, İstanbul Şehir Tiyatroları'nda Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye kondu ve büyük ilgi yarattı. Hayatı boyunca birçok esere imza atan Necip Fazıl Kısakürek, 25 Mayıs 1983 tarihinde 78 yaşındayken İstanbul'da hayatını kaybetti. NECİP FAZIL KISAKÜREK SÖZLERİ * Allah'ım! Senden ne gelecekse gelsin. Sen ki Rahmetinle de kahrınla da güzelsin.. * Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse, her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse. * Beni kimsecikler okşamaz madem, öp beni alnımdan, sen öp seccadem. * Ölüm zorların zoru, yaşamak ondan da zor! * Konuşsam dilim yanar, sussam kalbim. * Geçti, isteme gelmeni, yokluğunda buldum seni. * Ağlayabilseydiniz; anlayabilirdiniz… * Çile çekmeyen insandan adam olmaz.. * Bir tohumda; gövdesi, dalları, yaprakları ve meyvesiyle bütün bir ağaç gizlidir. * Gözler, ya merhamet ya da neferetin ışıldadığı bir kandildir. * Her ağızda her telde fanilik dırıltısı, sonunda tek bir şarkı, tabutun gıcırtısı. EN GÜZEL NECİP FAZIL KISAKÜREK ŞİİRLERİ BEKLENEN Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni Gelme, artık neye yarar? KALDIRIMLAR Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum. Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık; Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. İçimde damla damla bir korku birikiyor; Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler... Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler. Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler. Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları. Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya, Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi... II Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi, Etinle, kemiğinle, sokakların malısın! Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi, Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın! Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri, Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında. Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri; Onun taşı erimiş, senin kafatasında. İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var; Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz. Dünyada taşınacak bir kuru başınız var; Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz. Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur! Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları. Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur... Ne senin anladığın kadar, kaldırımları... III Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece, Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler. Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince, Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der. Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de, Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp. Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de, Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp. Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım; Onu bir başkasına râm oluyor sanırım, Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı. Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan; Bana rahat bir döşek serince yerin altı, Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan... AÇ KAPIYI Aç kapıyı haber var, Ötenin ötesinden. Dudaklarda şarkılar, Kurtuluş bestesinden. Biz geldik, bilen bilsin. Gönül gönül girilsin. İnsanlar devşirilsin, Sonsuzluk destesinden. ÇİLE Gâiblerden bir ses geldi Bu adam, Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçtu tepemden birdenbire dam; Gök devrildi, künde üstüne künde... Pencereye koştum Kızıl kıyamet! Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı! Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent, Ok çekti yukardan, üstüme avcı. Ateşten zehrini tattım bu okun. Bir anda kül etti can elmasımı. Sanki burnum, değdi burnuna "yok"un, Kustum, öz ağzımdan kafatasımı. Bir bardak su gibi çalkandı dünya; Söndü istikamet, yıkıldı boşluk. Al sana hakikat, al sana rüya! İşte akıllılık, işte sarhoşluk! Ensemin örsünde bir demir balyoz, Kapandım yatağa son çare diye. Bir kanlı şafakta, bana çil horoz, Yepyeni bir dünya etti hediye. Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor; Mekânı bir satıh, zamanı vehim. Bütün bir kâinat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim. Nesin sen, hakikat olsan da çekil! Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam! Otursun yerine bende her şekil; Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam! Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın, Benliğim bir kazan ve aklım kepçe. Deliler köyünden bir menzil aşkın, Her fikir içimde bir çift kelepçe. Niçin küçülüyor eşya uzakta? Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl? Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta? Sonum varmış, onu öğrensem asıl? Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap, Bir fikir ki, beyin zarında sülük. Selâm, selâm sana haşmetli azap; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük. Yalvardım Gösterin bilmeceme yol! Ey yedinci kat gök, esrarını aç! Annemin duası, düş de perde ol! Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç! Uyku, kaatillerin bile çeşmesi; Yorgan, Allahsıza kadar sığınak. Teselli pınarı, sabır memesi; Size şerbet, bana kum dolu çanak. Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet, Sırrını ararken patlayan gülle? Yeşil asmalarda depreniş, şehvet; Karınca sarayı, kupkuru kelle... Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş, Mevsimden mevsime girdim böylece. Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş, Fikir çilesinden büyük işkence. Evet, her şey bende bir gizli düğüm; Ne ölüm terleri döktüm, nelerden! Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, Yetişir çektiğim mesafelerden! Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz; Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık. Her gece rüyamı yazan sihirbaz, Tutuyor önümde bir mavi ışık. Büyücü, büyücü ne bana hıncın? Bu kükürtlü duman, nedir inimde? Camdan keskin, kıldan ince kılıcın, Bir zehirli kıymık gibi, beynimde. Lûgat, bir isim ver bana halimden; Herkesin bildiği dilden bir isim! Eski esvaplarım, tutun elimden; Aynalar, söyleyin bana, ben kimim? Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa, Arzı boynuzunda taşıyan öküz? Belâ mimarının seçtiği arsa; Hayattan muhacir, eşyadan öksüz? Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim, Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim, Dev sancılarımın budur kaynağı! Ne yalanlarda var, ne hakikatta, Gözümü yumdukça gördüğüm nakış. Boşuna gezmişim, yok tabiatta, İçimdeki kadar iniş ve çıkış. Gece bir hendeğe düşercesine, Birden kucağına düştüm gerçeğin. Sanki erdim çetin bilmecesine, Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin. Açıl susam açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde mâverâ dede. Yandı sırça saray, ilâhî yapı, Binbir âvizeyle uçsuz maddede. Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik; Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur. İçiçe mimarî, içiçe benlik; Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur! Nizam köpürüyor, med vakti deniz; Nizam köpürüyor, ta çenemde su. Suda bir gizli yol, pırıltılı iz; Suda ezel fikri, ebed duygusu. Kaçır beni âhenk, al beni birlik; Artık barınamam gölge varlıkta. Ver cüceye, onun olsun şairlik, Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta. Öteler öteler, gayemin malı; Mesafe ekinim, zaman madenim. Gökte saman yolu benim olmalı; Dipsizlik gölünde, inciler benim. Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! Heybem hayat dolu, deste ve yumak. Sen, bütün dalların birleştiği kök; Biricik meselem, Sonsuza varmak... Haberler Yaşam Necip Fazıl Kısakürek şiirleri ve sözleri Necip Fazıl Kısakürek kimdir? Necip Fazıl Kısakürek hayatı ”Beklenen” Şiir Eleştirisi Ekim17 Şiir Eleştirisi BEKLENEN Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni, Gelme, artık neye yarar? Necip Fazıl Kısakürek ——————————————– Necip Fazıl Kısakürek’in ’Beklenen’’ adlı şiiri ’sevgiliyi bekleme’’ konusunu özlem, sitem, gurur ve usanmışlık gibi çarpıcı duygular ışığında ele alan eşsiz bir örnektir. Şiir sekiz dizeden oluşan yapısında pek çok anlamı barındırarak kısa ve öz denecek türde bir yazınsal ürün örneği oluşturmaktadır. Şiir kişileri anlatıcı ben’ ve seslenilen sen’den oluşur. Anlatıcı, şiirin ilk üç dizesinde beklemek’ eyleminin yaşamdaki uç noktalarını ele alarak dördüncü dizede belirttiği sevgiliyi bekleyişinin uzunluğunu vurgulamış, bunun da ötesinde kendisini terk eden sevgiliye duyduğu bu bağlılığın sıradışılığına dikkat çekmiştir. Ne bir hastanın acılar içinde geçirdiği bir gece, ne bir ölünün toprağa gömülene dek beklediği süre, ne de şeytanın bir günah yakalayabilmek için azimle gösterdiği sabır ben’in sevgiliyi beklerken çektiği ıstıraba, sergilediği sabır ve sadakate yetişebilir; onun sevgiliye duyduğu aşk, özlem ve bağlılık tüm bunlardan üstündür. İşte anlatıcı tam bu noktada güçlü duygularını ifade ederken ince bir sitemi de sen’e olan seslenişinde dile getirmektedir. Bu sitem ikinci dörtlükte iyice ortaya çıkmakta; geçen zamanın anlatıcıyı usandırdığı ve özlem duygusuna karşılık gururunun ağır bastığı ilerleyen dizelerden anlaşılmaktadır. ’Geçti istemem gelmeni’’ dizesinde anlatıcı sevgiliye onu beklemekten usandığını sitemkar bir dille ifade etmektedir. Anlatıcının bunca bekleyişten sonra sevgilinin gelmesini istemediğini belirtmesi okuyucuya bu söylemin gurur duygusunun baskın gelmesiyle oluştuğunu hissettirir. ’Yokluğunda buldum seni’’ sözleri ise bu duyguları yinelerken anlatıcının aşkını sevgili gittikten sonra daha güçlü bir şekilde yaşadığını, sevgiyi –karşılıksız da olsa– onun yokluğunda bulduğunu ve bu bekleyiş sürecinde en yoğun şekilde hissettiğini anlatmaktadır. Bu süreç öyle uzundur ki anlatıcı ’sensizliği’’ içselleştirmiş, özlemi ve acıyı kabullenerek yaşamayı öğrenmiştir. ’Bırak vehmimde gölgeni’’ dizesinde anlatıcı, sevgilinin ona geri dönme olasılığının gerçekleşemeyecek kadar küçük olduğunu vurgularken bu sonu belli bekleyişin umutsuzluğunu dile getirmektedir. ’Gelme, artık neye yarar?’’ dizesiyle anlatıcı sözlerini bitirirken artık sevgiliyi beklemekten vazgeçtiğini, sevgilinin geri dönmesinin de artık bir şey değiştirmeyeceğini, çünkü o gittikten sonra bu uzun zaman içinde geride kalanların da değiştiğini belirtir. Anlatıcı bu son dizede her ne kadar cevabı beklenmeyen bir soruyla sevgilinin gelmesinin bir işe yaramayacağını söylese de, dizenin sonuna koyduğu soru işareti aslında bu soruyu sevgiliye yönelttiğini ve içten içe sevgiliden umutlarını yeniden alevlendirecek, ona yeniden bekleme gücünü verecek bir yanıt beklediğini düşündürmektedir. Bu bağlamda son dizenin cevabı beklenmeyen bir sorudan çok, ucu açık bir sorgulama olduğu söylenebilir. Şiirin ikinci kıtasında ’Yokluğunda buldum seni’’ dizesini tasavvufi bağlamda ele almak mümkündür. Bu şekilde tıpkı Mecnun’un Leyla’nın yokluğunda Tanrı’yı bulması gibi şiirdeki ben’in de sevgilinin yokluğunda ilahi aşka kavuştuğu yorumu yapılabilir. Bu açıdan bu dizede sen’ olarak hitap edilen varlık, diğer dizelerden farklı olarak sevgili değil, Tanrı’dır. Şiirde günlük dilden uzak, edebi bir dil hakimdir. Bu şiirsellik sevgiliye duyulan aşkın ve özlemin okuyucuya hissettirilmesinde etkilidir. Şiir 8’li hece ölçüsüyle yazılmıştır ve tamamıyla olmasa da yabancı sözcüklerden arınmış yapısıyla Cumhuriyet Dönemi şiirini yansıtmaktadır. Dizelerde ağır ve ağdalı bir anlatım olmamakla birlikte şiire bu sanatsal boyutu kazandıran en önemli etken, şairin ustalıkla kullandığı güçlü benzetmeler ve bunun yanı sıra, söyleyiş güzelliği sağlayan uyaklardır. Necip Fazıl Kısakürek’in ’Beklenen’’ şiiri giden sevgilinin ardından süren bekleyişi kısa ve öz bir biçemle ele alan, yazınımızın özgün ürünlerinden biridir. Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı... Tribünsüz,minik bir salon.... Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece. O kadar yakındılar... delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda... Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler... Kız gülümsedi. Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda... Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti. Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.... Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü. Kızda gidiş gelişleri fark etmişti galiba. Bir defa daha gülümsedi. Manidar... “anladım” der gibi bir gülümseyişti bu. Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım dünyalar şirini kızı görmek için... Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu. Dahası... Ankara kolejinin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için... Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı... Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü... O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı... Kız bu defa, iyice gülmüştü. Karşısında, sözü ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce. Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü. Kaptan “tabi” dedi. “Bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.” “mutluluk işte bu olmalı” diye düşündü delikanlı “Mutluluk işte bu” ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı. Konser günü de hiç ama hiç unutmadı. O ne heyecandı öyle. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar. El sıkıştılar. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. İnanamıyordu delikanlı. Onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken “”o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya”” o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde. Ama uzatamıyordu elini işte. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesini korkuyordu ki. Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi uzandı. Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu. Kızın omuzuna değil koltuğun üzerine sonra kız arkaya yaslandı. Birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu genç adamın. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü. Konserden çıkarken, kız şakalaştı. “Sizi her maçımızda görüyoruz, alıştık neredeyse. Yarın Adana’da maçımız var. Gözlerimiz sizi arayacak” Hayır, aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü. Cebinde onu otobüsle Adana’ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı. Gece yarısı kalkan otobüse bindi. Sabah erkenden Adana’ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkenden girdi, en son sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç filan değildi sebep tabii. İlk sette kız farkında bile değildi onun. Nereden olsun ki. İkinci sette öbür tarafa gittiler Döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı. Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki. Ankara’nın hele hele kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu. Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gitti. Tek kelime konuşmadan. Konuşmaya gelmemişti ki. Kız “keşke orada olsaydın” demişti. O da olmuştu işte. Hepsi o. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında. Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki. Bembeyaz bir kata yazdı o dört satırı. Öğleden sonrayı zor etti, kolejin önüne gitmek için. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. “Bu sana” diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan. Kız, Necip Fazıl”ın dört satırını okurken... “Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar, Ne de şeytan bir günahı, Seni beklediğim kadar!...” Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde kolejin önündeydi genç. Kız karşıdan geliyordu. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya. Gözlerine inanamadı genç adam. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa. Evet, çağırıyordu işte. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken. “Sana bir şeyler söylemek istiyorum” dedi kız. O da heyecanlıydı, belli. “Bak iyi dinle. Dünkü satırlar için çok teşekkürler. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondanda hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma. Ve de şu anda, onu terketmem için bir sebep yok.” “O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni” dedi, delikanlı ikiletmeden. Ayrıldı kızın yanından bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan. Bir daha onu hiç görmeden. Yıllarca sonra Levent’in söyleyeceği şarkıda ki Sezen’in sözlerini o o zaman biliyordu sanki. Aşk onurlu olmalıydı. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi. Heyecanlı bekledi. Hırsla arzuyla bekledi. Umutla umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu. İki dörtlüktü şiir. İlki kıza verdiği. Bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı. Cebine koydu. Bekleyiş sürüyor, sürüyordu. Okullar kapandı, açıldı. Aylar, aylar geçti. Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü. “Günlerdir seni arıyorum”dedi. “Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber. Artık hayatımda hiç kimse yok!” “Yaa” dedi delikanlı. “Yaa” dedi sadece. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı. “Yaaaa!” Cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza. “Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün” dedi... “Bu da sonu onun” Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan... Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken... “Geçti istemem gelmeni Yokluğunda buldum seni. Bırak vehmimde gölgeni Gelme artık neye yarar!” Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı. O sevgilinin kendisi bile. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani? Ya da. Ya da. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, Bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti, acaba? Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor.

ne hasta bekler sabahı hikayesi